Masallarda Bir “Geçiş” Simgesi Olarak Dağ
Aynur KOÇAK
Giriş
Konumuz masal…
Ursula le Guin’in şu sözüyle konuya başlamak istiyorum: İnsanlık tarihi boyunca tekerleği kullanmayan toplum oldu, ama anlatıyı kullanmayan toplum olmadı. Tarih öncesi devirlerden kalma mağara duvarlarındaki resimler, ölünün anne karnındaki cenin pozisyonunda gömülmesi hep bir şeyler anlatıyordu. İnsana “homo narrans” da denildi. Anlatı insanın yolculuğunda hep yoldaşı oldu.
Bilimsel incelemelerde anlatılar insanı anlamak için önemli bir vasıta oldu. Anlatılar içinde de masal başrolü kaptı. Masal fantastik bir dünyaya götürüyor, zengin sembollerle varlığı ve yokluğu, insanın yolculuğunu anlatıyordu. Masallar derlendi, sınıflandırıldı, kökenleri tartışıldı. Felsefeden psikolojiye farklı disiplinler ve yaklaşımlar masallardan yararlandı.
Disiplinler arası çalışmalarda psikoloji ve edebiyat arasındaki ilişki, insan ruhu ve davranışlarını tarihsel süreçler ile değerlendirme imkânı verdiği için oldukça önemli görüldü. Halk anlatılarının birçoğu, kahramanlar ve onların başlarından geçen olayları, bin yıllar öncesinden günümüze ulaştırıyordu. Bu yalnızca anlatının tarihsel yolculuğu değil, psikoloji bilimi açısından da insan düşüncesi, ruhu ve davranışlarının yolculuğuydu. Bu yoğun ve çok faktörlü örüntü, bilinçdışı süreçlerde şekillenen arketipler vasıtasıyla anlatılarda ete kemiğe büründü.
Bu çalışmada insanlık için önemli bir doğa unsuru olarak dağa yüklenen evrensel anlamlar bağlamında dağın analitik psikolojide simge olarak temsili hakkında değerlendirilme yapılacaktır.
“Mükemmel İnsan”
İnsanla dair felsefe, psikoloji, din, tasavvuf gibi disiplinler insanın yaşamdaki tekâmülü üzerine bir takım görüşler ve inanç sistemleri geliştirdi. Yaşamı boyunca insanın anlam arayışına girdiğine ve bu doğrultuda olgunlaşma, tam olma, bütünleşme çabasına tanık olunmaktadır. İnsanı merkeze alıp varlık tabakalarını, insan-ı kâmili, kendini gerçekleştirmeyi, bireyleşmeyi konu edinen disiplinler mevcuttur. Örneğin Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi olarak sunduğu tabloda insanın ulaşabileceği en üst sınırı “kendini gerçekleştirme” olarak değerlendirir. Tasavvuf ise “insan-ı kâmil” yolculuğunu esas alır.
Bu çalışmada halk anlatılarından masallar, analitik psikoloji ekseninde değerlendirerek masal kahramanının “bireyleşme” yolculuğundaki bir simgeden söz edilecektir.
“Bireyleşme” ve Masal
Bağımsız bir kuram olarak analitik psikoloji, “Jung psikolojisi” ismiyle de anılır. Jung; rüyalar, mitoloji, masallar ve sembollerle yakından ilgilenir ve kuramının çeşitli açıklamalarında bu alanlardan sıkça faydalanır.
Edebi türlerde ve özellikle monomitlerde, kahramanın savaştığı ejderha, dev vb. aktarım simgeleri, kahramanın gerileyen libidosunun yani yaşam enerjisinin ve bu durumu çözmek için içsel anlamda kendisiyle mücadelesinin örneğidir. Eğer kahraman mücadeleden zaferle çıkarsa libidosunu gerilemeden kurtarmayı yani dengeli bir akışı sağlamayı başarmış olur.
Asıl zafer de bireyin, kendi benliğine yaptığı zorlu seferler neticesinde, içsel meseleleri çözebilme yeteneğini kazanmasıdır. İçsel sorunlarını çözmeyi öğrenen kişi, aktif rol aldığı dışsal konulara karşı da daha sağlıklı yaklaşır ve böylece bilge bir yaşam kurma yolunda büyük bir yol kat etmiş olur.
Masal, binlerce yıllık insanlık deneyimi boyunca şekillenen “öz bir ruhun” olduğu ve onun da masallar aracılığıyla bireyin bilgeleşmesine giden yolları farklı şekillerde ifade ettiği söylenebilir. Masallarda kahramanın kendi psişesinin bütün yönlerini tanımak için içsel bir yolculuğa çıkması ve objektif bir çizgide, kendine özgürce bakarak sorunlarını çözmeyi öğrenmesi, onun bireyleşme sürecini ifade eder.
Bireyleşme, hem içsel anlamda kendini bilme hem de içinde bulunduğu dışsal-çevresel dinamiklerle sağlıklı bağını sürdürmeyle mümkün olabilir. Birey olmak, topluma sırtını dönüp yaşamak demek değildir; birey olmak toplumda kendi varlığı ile yer edinirken kolektif olana da etkin katkı sağlamaktır. Bireyde, bilinç ile bilinçdışının uyumundan sonra dengeli bir yaşamsal tavır gelişmeye başlar.
İnsanların yaşadığı bilinçdışı süreçler ya da mitoslar incelendiğinde psişik süreçlerin benzer şekilde ilerlediği görülür ve imge kavramı ön plana çıkar. İmge kavramı, insanların doğasındaki davranış kalıplarını ifade eder ve “imge” sadece ortaya çıkan etkinliğin şekli değil aynı zamanda etkinliğin sunulduğu tipik durumun da karşılığıdır.
Her türün kendine özgü bu ilk imgeleri “arketip” olarak değerlendirilir. Jung’a göre arketipler, insanlar için her çağda, her coğrafyada, ırk, dil ya da din farkı olmadan benzer duygu, düşünce, imge ve mitolojik motiflerin belirmesine sebep olan faktördür. Arketipler evrensel miras oldukları için insan kendini onların bir parçası gibi hisseder. Arketipler, psişenin bilinçdışı alanında şekillenen ilksel imgelerdir. Bir kişinin, kendi psişesini yani ego, bireysel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışını adım adım keşfi ile arketipleri keşfi, paralellik gösterir. Simgesel arketipler hemen her kültürde bir karşılığı olan varlıklar ya da simgelerden oluşur ve evrensel bir değer taşırlar.
Jung psikolojisinin arketip kavramı, birçok alanı olduğu gibi güzel sanatları da etkiler. Romanda, öykü ve şiirde; sinema ve reklam filmlerinde; marka adlandırmaları, tanıtımlar ve daha birçok yerde arketiplerin izlerine rastlamak mümkündür. Bir anlatıdaki kahramanın macerasını arketipsel olarak izlenirse bu maceranın yalnızca o kahramana ait olmadığı anlaşılır. Onun macerası tüm insanlığın yaşadığı benzer süreçlerin yalnızca küçük bir örneğidir. Arketip, bizi hem bağlı olduğumuz evrensel bütünün bir parçası yapar, hem de kendi biricikliğimizi tamamlamanın yollarını gösterir.
Dünya, ister kültürel, ister dinsel kökenli olsun, halkın bilinç dünyasında nesilden nesle aktarılarak varlığını ve değerini koruyan kutsal olduğu kabul edilen sembollerle doludur. Bunlar bazen insan eliyle oluşturulmuş yapılar olabildiği gibi bazen de ağaç, ırmak, dağ gibi doğal mekânlar olabilir.
Örneğin bütün kültürlerde “ışık” olumlu bir anlam taşır. Karanlığa bakan ve hiçbir şey görmeyen bir insanın bütün korkuları ışığın yardımıyla savuşur. Böylece binlerce yıllık insanlık deneyiminin sonucunda, ışık imgesi psişenin derinlere pozitif şekilde kodlanır. Zamanla anlamı genişlemeye devam eder ve ışık; yaşam enerjisi, akıl, zekâ ve bilinç demek olur. Doğal olarak bir rüyada ya da masalda ışık simgesi varsa insanlar için bunun karşılığı, kurtuluşun yakın oluşudur.
Masallarda Olgunlaşma Göstergeleri ve Sınır Simgeler
Masallarda kahramanların hem “olgunlaşma göstergeleri”ne hem de kahramanların bilinç ile bilinçdışı alanı arasındaki “sınır simgeleri”ne rastlanır. Masallarda “yedi yaşını doldurma”, “cinsellik”, “ölümü idrak etme”, “dağların ardına gitme isteği ya da dağların ardında savaşma arzusu” gibi olgunlaşma göstergeleri yer alır.
Bu olgunlaşma göstergelerinin “sınır simgeleri” mevcuttur. Sınır simgeleri, “evden kaçma ya da kadere teslim olma”, “evden ayrılma ve güvenli alanı terk etme”, “eyleme dönüştürme” “orman” ve “dağ ya da tepe” olarak dikkati çeker.
Evrensel Olarak Dağ Sembolü
Yüceliği, yüksekliği, dikeyliği, gökyüzüne yükselen noktasıyla, ıssızlığı ve esrarlı havası ile insanların kutsiyet atfettiği doğa unsurlarından biri olan dağ, dini geleneklerin sembolik coğrafyasında önemli yer edinmiştir. Her şeyden üstün ve önemli görülen dağ, “Tanrının ayrı bir zaman ve mekânda insanlarla bir araya geldiği ilahi bir buluşma yeri”, “dünyanın “kozmik merkezi”, “kutsalın ikamet yeri”, “hayal ve vahyin geliş mekânı”, “hayat ve ölüm kaynağı”, “yeryüzünün spiritüel merkezi ve cennetle birleşme ekseni” olarak tasavvur edilmiş ve “yeniden doğumu” simgelemiştir. Böylelikle dağ, çok yönlü, çok anlamlı, kutsal simgelerden biridir. (Eck, IX/6212; Wilkinson 2011: 29)
Eşik Simgesi Olarak Dağ
Analitik psikolojide dağın yüksekliği ile kahramanın yetişkin kişiliği sembolize edilir. Masallarda serim bölümünde bulunan dağın genellikle ego ile bilinçdışı arasındaki sınırı temsil ettiği görülür. Dağ simgesinin büyüklüğü kahramanın yetişkin kişiliğine bir göndermedir. (Jung, 2016: 167) Sembolik anlatılar olan masallarda önemli bir mekân olarak karşımıza çıkan dağın eşiği, sınırı simgelediğini söylenebilir.
Yatay ve dikey boyutların sembolizmi üzerinde yorumlar yapan René Guénon, “dikey eksen “Göğün İradesi”nin tezahürünün metafizik yerini temsil ettiğini” belirttiten sonra ve “Bir varlığın temelinde dikey eksenin –Kemâle götüren ve sınırı belirsiz ve açık bir küremsi figürüyle temel edilen- “evrensel yol”un bir hususileştirilmesi olan “kişisel yol”un sembolü olduğunu söyleyebiliriz” (Guénon, 2001:156) şeklide dikey eksenle ilgili yorum yapar.
Dağ yolculuğu, bir çeşit hac yolculuğu gibi manevi, içsel bir serüveni temsil eder (Jung, 2016:167). Dağa tırmanmak, tıpkı yaşamdaki hedeflere ulaşabilmek için, insanın kendini yenilemesine ve çabalamasına benzer. Bu sebeple “kendilik arketipinin tezahürleri”ndendir. Masallarda dağ simgesinin ifadesi “olgunlaşma” ve “kendi benliğini bulma” mekânı oluşudur.
Masal kahramanı herhangi bir sebeple güvenli alanından evinden, köyünden, sarayından yola çıkar veya çıkmak zorunda kalır. Bu ayrılışla kahramanın kendini keşfetme yolculuğu başlar. Kahraman, kendi yeteneklerini tanımalı, yaşantılarını artırmalı ya da yaşamında bozulmuş olan dengeyi yeniden kurmalıdır. Kahraman bazen yolunu kaybeder, bazen birileri yardım eder. O, yolların ayrıldığı bir noktaya gelirse, her zaman erdem, fazilet, cesaret ve tahammül gerektiren zor yolu seçer.
“Nardaniye Hanım” masalında üvey annesinin onu istememesi ve tuzak kurması üzerine babası onu gezmeye götürmek üzere bir dağın tepesine çıkarır. Nardaniye hanım burada tek başına kalmıştır. Artık onun yolculuğu burada başlamıştır. O, suyla abdest alıp arınır ve bilinçdışına doğru ilerler. Ortalık da kararmaya başlamıştır. Uzaktan bir ışık görür. (Boratav, 2009:115) Kahramanın sınanma alanına geçtiği eşik, dağdır ve dağ, “sınır görevi” simgesi olarak karşımıza çıkar. Çünkü dağların ardı, bilinçdışı gibi bir bilinmezdir ve bu sebeple dağ da “ego” ile “bilinçdışı” arasındaki sınırı temsil eder. Bu, bilinç seviyesinden “bilinçdışına geçişin simgesi” olarak bulunur. Eşiğin aşılması korkulana doğru atılan bir adımdır. Bu eşiğin ardında karanlık ve bilinmeyen tehlikeler vardır. Bilinçdışı alanda kahraman “gölge”si ile yüzleşir.
Dağlar, tehlike ve esrarı ile insanları kendine çeker ve bilinmeyeni ortaya koyar. Dıştan heybetli ve azametli görünen dağlar, “geçmişin tanığı” ve “hayatın sembolü”dürler. Ancak, dağlar hayaletlerin yaşadığı bilinçsiz nesneler değil, içinde bireysel yaşamların sürekli yenilendiği, yaratıcı hayat kaynaklarıdır. Masalda dağ, hem bir “sınanma” hem de “kurtuluş” alanıdır. Masalda kahramanın kendi yaşadığı dünyanın ötesini düşünmesi, “dağların ardını merak” simgesiyle verilir. Kahramanın belli bir olgunluk seviyesine geldiğini gösteren bu durumla artık bilinçdışının keşfi başlayabilir. Masalların serim bölümünde, kahramanlara dağın ardına gitmemelerini söylenir, ancak kahraman söz dinlemeyerek dağın ardına gider.
“Yedi Kardeşler” masalında, yedi erkek kardeşini aramak için yola çıkmak isteyen kıza annesi “Kızım nasıl gidersin? Yolda canavarlar vardır, dağda devler olur, seni bir yudumda yutuverirler…” diye ikazda bulunur. Bu uyarılara rağmen yola çıkan kız, ormana gider. Orman da karanlık simgesiyle bilinçdışını temsil eder. Yatay bir düzlemdedir orman. Ormanı geçemeyen kız geri döner. Kız tekrar yola koyulur. Yedi Kardeşler’in yaşadıkları dağa varır. Kardeşlerinin yaşadıkları ev bu dağdadır. Kızın macerası burada devam eder. (Boratav, 2009:111) Psişenin, kendi içinde yaşadığı süreçlerin çetinliğini, büyüklüğünü ve olgunlaşma alanını temsil eder. Kahramanın bu süreçleri aşmak için içsel gücünü bulduğu yer olma özelliği taşır.
Naki Tezel’in “Peynir Tulumu” masalında kocasını, sırrı saklamadığı için bir şekilde masalsı dünyada yitiren kız, onu aramaya çıkar, Gümüş dağına, İnci dağına ve Altın dağına gider. Oradaki dev anayı bulur. (Tezel, 1985: 53) Masallarda dağ, ego seviyesindeki yaşamda yeterince olgunlaşmanın da sembolü olur. Kahraman, derin erginlenme alanına ancak dağı aşarsa girebilir. Böylece dağ, “büyülü eşik” kavramıyla da örtüşmüş olur. Dağ, bilinçaltında “ulaşılabilecek hedef”i simgeler.
“Nalıncı ile Padişah” masalında her gün dağdan odun kesip getiren Nalıncı Mehmet Ağa’nın macerası da dağda rastladığı kütükle macerası başlar. Kütükten çıkan on dört cariyeli, ayın on dördü Dünya Güzeli, zor duruma kalan Mehmet Ağa’ya dağdaki kayadan söz eder. Kayaya kamçıyla vurduğunda oradan Arap çıkar. Bu da Mehmet Ağa’nın bilinçdışıyla temasını başlatan bir süreçtir. (Boratav, 2009:212)
“Dünya Güzeli” masalında Kaf Dağı karşımıza çıkar. Türk masallarında çok fazla geçen mekânların başında Kafdağı gelmektedir. Bu masalda özellikle Kaf Dağı’nın kutsalla ilişkisi sembolik olarak yer almaktadır. İslam kozmolojisine göre Kaf, dünyanın etrafını çevreleyen dağa verilen addır. Şehzadenin Kaf-Dağı’na ulaşınca kutsala sunulan kurban geleneğine ve ardından da gökten inen bir ışık söz konusu edilir. Dağın kutsallığı bu anlatıya şöyle yansımıştır:
“Şehzade atının dediklerini yapıyor. Padişahtan semiz katırı alıp yola çıkıyorlar. Kaf-Dağı’nın eteğine zamanında yetişiyorlar. Orada Şehzade atını bir yere saklıyor. Katırı kesip etini parçalıyor, oraya buraya dağıtıyor, sepetliğin içine saklanıp bekliyor. Az sonra kuşlar toplanıyorlar. Başlıyorlar kanat çırpıp ötüşmeye. Derken sesler kesiliyor; ortalığı bir hışırtı kaplıyor. Şehzade başını kaldırıp göğe bakıyor ki, gökyüzünden yere doğru sanki bir nur süzülüyor.” (Boratav, 2011: 70)
Sonuç
Analitik psikoloji ile masal analizi yapma süresince kadim ve bilge bir sesin, dinleyici ya da okuyucuyu, farklı yollardan hep aynı yere ulaştırmaya çalıştığı görülür. Bu yer; kendini bilen, denge haline ulaşmış ve bireyleşmiş kahramanların vatanıdır. Masal kahramanlarının maceraya hazır olduğunu gösteren bazı simgeler vardır. Masallarda, ego seviyesindeki yaşamdan bilinçdışı süreçlere geçişin mekânsal simgelerinden birinin “dağ” olduğu görülür. Masallarda kahramanları da yaşadığı tüm bilinçdışı olaylardan sonra geri dönüp huzura erdiği yer hem kendi benliği hem de toplumsal alandaki varlığıdır. Çünkü hem birey olmak hem de aynı zamanda toplumun bir ferdi olmak, kahraman olmanın gereğidir.
Kaynakça
Baş, Mustafa (2013) “Dinlerde ve Geleneksel Türk İnanışlarında Dağ Kültü”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat fakültesi Dergisi, Cilt 13, Sayı 1, 165 – 179.
Bayat, Fuzuli (2006) “Türk Mitolojisinde Dağ Kültü”, Folklor Edebiyat, 12-2 (46, 2006/2) 47-60 ss.
Bilkan, Ali Fuat (2001) Masal Estetiği, İstanbul: Timaş Yayınları.
Boratav, P. Naili ( 2009 ) Zaman Zaman İçinde, Ankara İmge Kitabevi
Boratav, P. Naili ( 2011) Az Gittik Uz Gittik, Ankara İmge Kitabevi.
Eck, L. Diana (2005), “Mountains”, The Encylopedia of Religion, ABD, Thomson Gale Co., IX
Eric Fromm, Rüyalar, Masallar, Mitoslar, çev. Aydın Arıtan, Kaan H. Ökten 2.bs. (İstanbul: Arıtan Yayınevi, 1992).
Frye, Northrop, (2015) Eleştirinin Anatomisi, çev. Hande Koçak Cimitoğlu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Jung, C. Gustav (2016a) Analitik Psikoloji Sözlüğü, çev. Nur Nirven, İstanbul: Pinhan Yayınları.
------------------ (2017) İnsan ve Sembolleri, çev. Hatice Mukaddes İlgün, İstanbul: Kabalcı Yayınları.
------------------ (2015 ) Maskülen, çev. Didem Gamze Erdinç, İstanbul : Pinhan yayıncılık.
Guénon, René (2001) Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi, çev. Fevzi Topaçoğlu, İstanbul: İnsan Yayınları.
Koçak, Aynur (2016) Mitlerle Varoluş Yolculuğu, İstanbul: Alfa Yayınları.
Sarı, Ahmet Sarı, Cemile A. Ercan (2008) Masalların Psikanalizi, Ankara: Salkım Söğüt Yayınları.
Stevens, Anthony (2014) Jung, çev. Nursu Örge, Ankara: Dost Kitapevi.
Tezel, Naki (1985 ) Türk Masalları, C.1, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Wilkinson, Kathryn (2011) Kökenleri ve Anlamlarıyla Semboller& İşaretler (Binlerce Yıllık Görsel Bir Yolculuk), İstanbul: Alfa Yayınları.
DİĞER BLOG YAZILARI